Eskiden bayramlar başka olurdu. Hele ki Drahna’da…
Bayramın ilk günü Kozanlı Köyü’nün merkezinde kurulan pazar yeri bir şenlik alanına dönerdi adeta. Kasabanın esnafı, dükkânlarındaki malları itinayla tezgâhlara dizer, bayrama özel alışveriş telaşıyla sokaklar cıvıl cıvıl olurdu. Çocuklar için bu yalnızca bir bayram değil, renkli bir masalın kapısıydı.
Benim hafızamda en canlı kalanlar, o pazara can veren güzel insanlar… Cihan Bakkaliye ve Cihan Açıkgöz, postacı Hasan Demir —ki kendisi aynı zamanda annemin dayısı olurdu— sadece postacı değil, bakkal, kahvehane işletmecisi, bir nevi Drahna’nın her şeyi… Felek lakaplı Kemal Öztürk, Sadık Ünal, Çubukbeli’nden Eşref Amca, Köklü Köyü’nden Arif Bakkal ve ismini hatırlayamadığım ama yüzü hâlâ dün gibi aklımda olan başka bir Köklülü bakkal abimiz... Kardeşiyle birlikte dükkânını işletirdi. Hepsi Drahna’nın kalbinde birer atardı.
Biz çocuklar içinse bayram; kırmızı-beyaz gofret, mantar tabancası, çatapat, oyuncak kaplumbağa demekti. Pompasını bastıkça yürüyen o kaplumbağa, bizi saatlerce eğlendirebilirdi. Her şey gözümüze büyülü gelirdi. O kalabalıkta iğne yere düşmezdi, ama biz düşen çatapatların peşinden bile yılmadan koşardık.
O zamanlar Drahna kalabalıktı. Henüz göç verilmemişti ama her evden bir gurbetçi mutlaka olurdu. Kimi İstanbul’da, kimi Libya’da, kimi Almanya’daydı. Ama bayram geldi mi, hepsi dönerdi köyüne. Drahna’daki evler yeniden can bulurdu. Gurbetten dönen her aile, bayramın neşesine neşe katardı.
Babam Libya'daydı benim; dayılarım İstanbul’da… Almanya’dan gelen kuzenlerimiz vardı. Biri mavi burunlu bir Ford minibüsle, diğeri Volkswagen’le gelirdi. Bayram boyunca o minibüslerle her gün başka bir köye gider, bayram ziyaretleri yapardık. Kimimiz minibüsle, kimimiz kamyon kasasında… O kamyon kasasında yolculuk etmek bile başlı başına bir bayram eğlencesiydi.
Köylerde her ev tek tek ziyaret edilirdi. Eller öpülür, sofralara oturulurdu. Yemek yenmeden çıkılmazdı hiçbir evden. Kimse kimseyi tanımamazlık etmez, herkes birbirine saygı gösterirdi. Kalpler samimiyetle doluydu.
Sonra zaman geçti. Çocuklar büyüdü. Drahna küçüldü. Bir zamanlar yirmi bin kişinin yaşadığı o canlı köyde şimdi beş yüz kişi yaşıyor ya yaşamıyor… Pazaryerinde oynayan çocukların yerini sessizlik aldı. Artık geleneksel bayramlar yerini sessiz ziyaretlere, silai rahime bıraktı.
O kalabalık, o neşe yok artık… Bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç kişi, belki hatıraları yaşatmak için geliyor. Ama kimse kimseyi tanımıyor. Oysa daha dün gibi, hep birlikte pazaryerinde gazoz içiyorduk.
Drahna’da bayram artık bir anı… Tatlı ama iç burkan bir anı.
Geriye sadece özlem kaldı.
Ve içimizde hiç dinmeyecek bir hasret.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Özcan Şeker
Drahnada Eski Bayramlar
Eskiden bayramlar başka olurdu. Hele ki Drahna’da…
Bayramın ilk günü Kozanlı Köyü’nün merkezinde kurulan pazar yeri bir şenlik alanına dönerdi adeta. Kasabanın esnafı, dükkânlarındaki malları itinayla tezgâhlara dizer, bayrama özel alışveriş telaşıyla sokaklar cıvıl cıvıl olurdu. Çocuklar için bu yalnızca bir bayram değil, renkli bir masalın kapısıydı.
Benim hafızamda en canlı kalanlar, o pazara can veren güzel insanlar… Cihan Bakkaliye ve Cihan Açıkgöz, postacı Hasan Demir —ki kendisi aynı zamanda annemin dayısı olurdu— sadece postacı değil, bakkal, kahvehane işletmecisi, bir nevi Drahna’nın her şeyi… Felek lakaplı Kemal Öztürk, Sadık Ünal, Çubukbeli’nden Eşref Amca, Köklü Köyü’nden Arif Bakkal ve ismini hatırlayamadığım ama yüzü hâlâ dün gibi aklımda olan başka bir Köklülü bakkal abimiz... Kardeşiyle birlikte dükkânını işletirdi. Hepsi Drahna’nın kalbinde birer atardı.
Biz çocuklar içinse bayram; kırmızı-beyaz gofret, mantar tabancası, çatapat, oyuncak kaplumbağa demekti. Pompasını bastıkça yürüyen o kaplumbağa, bizi saatlerce eğlendirebilirdi. Her şey gözümüze büyülü gelirdi. O kalabalıkta iğne yere düşmezdi, ama biz düşen çatapatların peşinden bile yılmadan koşardık.
O zamanlar Drahna kalabalıktı. Henüz göç verilmemişti ama her evden bir gurbetçi mutlaka olurdu. Kimi İstanbul’da, kimi Libya’da, kimi Almanya’daydı. Ama bayram geldi mi, hepsi dönerdi köyüne. Drahna’daki evler yeniden can bulurdu. Gurbetten dönen her aile, bayramın neşesine neşe katardı.
Babam Libya'daydı benim; dayılarım İstanbul’da… Almanya’dan gelen kuzenlerimiz vardı. Biri mavi burunlu bir Ford minibüsle, diğeri Volkswagen’le gelirdi. Bayram boyunca o minibüslerle her gün başka bir köye gider, bayram ziyaretleri yapardık. Kimimiz minibüsle, kimimiz kamyon kasasında… O kamyon kasasında yolculuk etmek bile başlı başına bir bayram eğlencesiydi.
Köylerde her ev tek tek ziyaret edilirdi. Eller öpülür, sofralara oturulurdu. Yemek yenmeden çıkılmazdı hiçbir evden. Kimse kimseyi tanımamazlık etmez, herkes birbirine saygı gösterirdi. Kalpler samimiyetle doluydu.
Sonra zaman geçti. Çocuklar büyüdü. Drahna küçüldü. Bir zamanlar yirmi bin kişinin yaşadığı o canlı köyde şimdi beş yüz kişi yaşıyor ya yaşamıyor… Pazaryerinde oynayan çocukların yerini sessizlik aldı. Artık geleneksel bayramlar yerini sessiz ziyaretlere, silai rahime bıraktı.
O kalabalık, o neşe yok artık… Bir elin parmaklarını geçmeyen birkaç kişi, belki hatıraları yaşatmak için geliyor. Ama kimse kimseyi tanımıyor. Oysa daha dün gibi, hep birlikte pazaryerinde gazoz içiyorduk.
Drahna’da bayram artık bir anı… Tatlı ama iç burkan bir anı.
Geriye sadece özlem kaldı.
Ve içimizde hiç dinmeyecek bir hasret.